Ana Sayfa Kalemimden Animeler Kitaplar Mangalar Filmler Diziler Mimler

25 Aralık 2016 Pazar

Anime & Manga: Claymore // Vogabond

Bu yıl beğenerek okuduğum yapımlardan birkaç tanesinin arasında da Vogabond ile Claymore yer alıyor. Aslında myanimelist'ime kaçamak bir göz attığımda Claymore'un 2016'nın Şubatında izlediğimi fark ettim. Üzerinden epey bir zaman geçmiş anlayacağınız, ama üşengeçliğimden oldukça fazla sevsem de blogumda yer edindirmedim bir türlü. Oysa buraya gerçekten hoşuma gidenleri yapımları yer edindirip derlemek istiyorum. Galiba klişelere adanmış geç olsun güç olmasın sözü bunun için var. Fakat bundan evvel birkaç haftadır içimi sıkan bir hadise hakkında ufak bir gevezelik yapacağım. bu sebeple benim çoğu an misafir oturmalarında içimden geçirip, kulaklarımı kapattığım an ki gibi; çekemem canım bir başkasının yaşantısından kalanları derseniz ki, sizi aşağıya hemen animenin ve manganın bulunduğu yazıya buyur edeyim. Bence söyleyin de, hiç demiyorsanız arada bir deyin. Emin olun hayat bazen görmezden gelince güzel ve süper kahramanlar sadece kitapların ardında. Bencilce bir şey demiş olabilirim, lakin gerek annemin depresyonunda yaşadıklarına şahit olmam olsun, karşımdakinin benim problemlerine kafasını takmamasını arzu ederim. En iyisi siz sadece anime ve manga hakkındaki yazıyı okuyun, hiç değilse keyifli vakit geçirirsiniz. 

Engelbert Humperdinck'in free as the wind parçasının çok sevdiğimi bahsetmiş miydim? Bana o kadar umutlu ve dolu dolu gelir ki tarif edemem. her zaman neşe veren bir parça olduğunu düşünmüşümdür.


hiçbir pişmanlığım yok
acı-tatlı yaşadıklarım için
şayet seversen, bir şansın var uçmak için
düşürsen de... düşersin işte
-Engelber Humperdinck

Sanki şu mısralarında der ki, tamam, düştün, battın, evet. Ama ne yapacaksın? Hepsi bu. Kalk ayağa. Bırak. Aklında kalsa bir günlüğüne dahi olmasa, ufak bir anlığına kelebek ol, çırp kanatlarını. boş ver her şeyi. Zira biliyorsun, hayat büyük. Zaman kimi şeyleri değiştirmese bile, daima devam edecek. Yaşadığın sürece mutlaka bir yarının ve yarının getirecekleri olacak. Bu nedenle düşünme. Çırp kanatlarını.

22 Aralık 2016 Perşembe

Mim // Anime: Geriye bakış 2016

Saat beş
ve boş sokaklarda yürüyorum
gece benim arkadaşım
sempatiyi onun içinde buluyorum
bana günü veriyor
umudu veriyor
ve birazcık da rüyayı

'Saat beşi göstermeye başlamıştı. Bir denizi andırırcasına tekdüzide rengine bürünürken gece, kıyıya vuran debdebeli dalgaların altında gömülürcesine çekildi kozasına tükenen hazanı semâya bahşeden güneşle sükunet.' Diye düşündü şaşkınca klavyesine gömülen kız.

Keşke kelimelere yazdığım kadar hoş olsaydı sabah saatleri. Oysa dizilerin barındırdığı o debdebeli tonlara bürünmüş gök kubbe uzak bir limandan göz kırpıyormuşçasına bakıyor bana. Anlayacağınız, pekte düşlerime konuk olmuş bir güne merhaba diyememiş olsam da, itiraf etmem  güneşin mesaisine başladığı zaman dilimini hoşuma gidiyor. Zihnimin bir ucunda yer alan Superman'in evrenindeki Clark Kent'in pek özendiğim Yalnızlık Kalesine kavuşmuşum hissine bürünüyorum. Bu bir yana, geçenlerde Rin-chan blogunda güzel bir mim paylaşmıştı, kendi yazısını okurken diğer yandan benim için geçen 2016'yı ve "neden olmasın ki" diyerek yapmaya karar verdim. Öncelikle mimi herkese pasladığından kendisine teşekkür ediyorum, çünkü bu tarz değerlendirme yönelik yazıları her daim sevmişimdir. Genelde az çok mim yaptığım vakitler okuyan bilir, en alt kısma mimlediğim kişileri not ederdim, fakat Rin-chan bu denli cömert davranıp herkesi mimlemişken benim kısıtlamam hoş olmayacağından, okuyan her arkadaşım mimlendi bilsin. 

10 Aralık 2016 Cumartesi

Manga: Zekkyou Gakkyuu // Tegamibachi

Şu aralar korku öykülerine kendimi kaptırdım. Aslında benim için yeni bir uğraş olduğu da söylenemez zira genelde eski yapımları sevdiğimden geceleri ya 60'lar kuşağından gizem ve bilim-kurgu türevi filmler seyreder yahutta okuduğum polisiye kitabı bitirmeye çalışırdım şu saatlerde. Riv'in beş çayı hobisi de diyebiliriz benim amaçsız geçen zamanım için. Fakat son birkaç gündür bu uğraşı manga yönüne kaydırdım. Geçenlerde henüz taze bitirdiğim Zekkyou Gakkyuu (Scary Lessons), Korku Dersleri  olarak adlandırılan manga bana bir Twilight Zone ile Alfred Hitchcock Presents seyrediyormuşum hissiyatı adadı. Abartı gibi olmasın, çünkü beklenti yükseltip abartmayı sevmem ama baş ucu masalları veya kamp başında anlatılan korku hikâyelerini seviyorsanız Zekkyou Gakkyuu okurken keyif alacağınızı söyleyebilirim. 


Cilt sayısı: 20
Bölüm sayısı: 81
Tür: Korku, Doğaüstü, Shoujo
Hikâye/Çizim: Emi Ishikawa
Myanimelist Puanı: 7.97

4 Aralık 2016 Pazar

Mim: 2017'ye Doğru



Ey Zaman Baba;
Varsan söyle bana, bu saatin hali nedir? Oyunun bu denli geç bittiğine inanamıyorum, dahası blogger gecenin bu saati ne kadar da sessiz, sedasız olduğuna. Her girdiğimde ana sayfada birkaç yazı ve yeni bloggerlardan havadis gören benim için biraz ürkütücü buldum, bir an 'ya bir daha kimse yazı yazmazsa, ana sayfaya girdiğim vakit ya kimsenin gevezeliğiyle karşılamazsam' diye düşündüm ardından bir kez daha saate baktım. Saat üç küsür olmuş Riv! Millet gece bekçisi olarak mesaiye kalmıyor dedim. Geçenlerde deep çok şirin, şembelek bir mim yayınlamıştı. Ve sonuna da bir o kadar hoş bir yazı iliştirmişti, demişti ki; 'herkes yapsın bu mimi çünkü bence çok güzel bir mim.'
Saat olmuş üç küsür, koyun saymaktan başlayıp, işi kediye çevirdim. Bu gidişle balık, kuş, zürafa demeden ufak bir sürü kurup Tarzan'sız Jeanne olup çıkacağım, bari  daha da ertelemeyeyim mimi yapayım. Çünkü deep'in de dediği gibi çok güzel dedim.

1 Aralık 2016 Perşembe

The Guild


Geldi, geçti koca Kasım.
Sessizce, sürükledi peşinde zamanı...

Saat; 15:55
Heyo! Pek neşeli olan ruh hali içerisinde olan kopuk bir selamla, birazdan kursuna gitmesi gereken ama nedense çok vakti olmamasına rağmen kendisini Wonderwoman sandığından biran evvel kurs alanına ışınlanacağını düşünen Riv'den merhabalar! (Umarım başarırım)

Saat; 20:48
Derken başaramadı... Dört buçukta kursa varması ve yarım saatlik yolunun olduğu aklına gelmesiyle yıldırım hızıyla evden ayrıldı. 

Tabii artık, ne asma kilidi, ne de anahtarı kalsa da.
(artık zamanında içindekileri almak için ne gibi yöntemler uyguladıysam.) 
Açıkçası bu yazıyı dün yazmayı düşünüyordum, geçen saat dilimine baktığımda ilk tepkim "Jedi'ler adına, Kasım'ın bitmesine yedi dakika kalmış. Acaba yazı yazsam yetiştirir miyim?" diye sınav kağıdını teslim etmeye çabalayan öğrenciler gibi telaşa kapılmam ve son yedi dakikayı ise takip ettiğim diğer blogger arkadaşların yazılarını okuyup, müzik dinleyerek geçirmem olmuştu. Bu kötü bir tercih değildi, eğlendiğim için pişman olmadım neden yazmadım diye. Berbat bir sınav kağıdı vermektense eğlenceli bir şeyler yapıp, son yedi dakikayı kağıdı boş laflarla doldurmak yerine, kafamda ki düşüncelerle geçirmeyi tercih ederim. Şimdi dikkat ettim de, öğlen de aynı durumu yaşamışım, son beş dakikaya tüm zamanımı adamışım. Galiba son zamanlarda sorunum bu, zamanı verimli kullanmamak yahut saatlerin geri alınmamasıyla her şeye 'şayet geri alınsaydı, elimde bir saat daha fazla vaktim olurdu' düşüncesini atamak. Bunun için son günlerde Roromiya benim kendisine değişimle Miya-san'ın challenge'larına kapıldım. İşin aslı, tam challenge'da sayılmaz fakat aklımda olanların sadece birer düşünceden ibaret askıda kalması yahut atıldığım işin yarım kalması hoşuma gitmediğinden, birkaç hafta evvel atılacak eski eşyalarımı ayırırken çocukluğumdan kalma ufak bir kumbara bulmamla, (şu asma kilitli ve ufak anahtarı bulunanlardan.)  atmaktansa içine yapmak istediklerimi ufak kağıtlara yazıp attım. Bunlardan kimileri oldukça uzun zamanımı alacakken planlarken, kimileri ise oldukça uçuk ve mantıksızdı. (DC  sayfalarından fırlama hayaller desem fikir yürütebilirsiniz) Yine de yazarken eğlendim şahsen. Bu ay sonuna, yani yeni yıla kadar yapmayı amaçladıklarımı yapıp, o kumbarayı boşaltmayı amaçlıyorum. Bunlardan bir tanesi bloggerda tekrardan aktif olarak, son zamanlarda alışkanlık edindiğim gece yarısı oyunlarını bırakmaktı. Böylece kendime daha fazla zaman ve düzenli uyku elde edebileceğim kanısındayım. -umarım

6 Eylül 2016 Salı

Mim: Blogger Life


İyi, kötü ve çirkin...  Tüm saçmalıkların adına merhaba.
Ah, kabul biraz westernvari bir selam oldu, ama hakikatten kovboy filmlerini seviyorum. Bu bir yana, bu vakte kadar blogumda yaşantıma yansıma tutan izlenimlere fazla yer verdiğimi anımsamıyorum, en azından kimi bloggerların yaptıkları gibi, fotoğraflarla süsleyip, geçmiş günlerin döküntülerinin bulunduğu yazgılara baktığımda "aa, evet bugün öyleydi" dediğimi pek hatırlamam. Bu biraz yapacak cesareti bulamamdan kaynaklı bir durum aslına bakarsanız. Kim bilir, ileride bir gün o cesareti belki de bulurum, yahut şu yazı o cesarete atılmış bir adım olur çıkar. Yukarıda gördüğünüz iki tipsiz, evde kimseler olmadığında bazen yemek yediğim an, yemeğime dadanan, kimi vakitler bilgisayar başına oturduğumda monitörün üzerine konarak tipi tip biçimde aşağıya bakış atarak ne yaptığıma bakan gönlümün acayip ikilisi, üşengeç Pamuk ile hiperaktif Boncuk. Elbet bu saydıklarımı tek Boncuk, yani sarışın yapıyor, diğeri ise... Galiba Pamuk hakkında diyecek fazla sözüm yok. Şu fotoğrafı koymamda ki gaye, bundan birkaç hafta evvel Boncuğun kötü bir şekilde hasta olması ve o zamanlar, ölecek diye oldukça üzülüp neredeyse her gün veterinere götürmem ki; oysa adam ilacını da vermiş ve ne yapmam gerektiğini de açıkça söylemişti. Lâkin bendeniz hafif paranoyak insan, telaş yaptığımdan buna engel olamamıştım. Neyse ki şu an iyi, ve az evvel yediğim tosta dadanması bir yana sağa sola uçup annemin dantellerinin üzerine konarak evin içinde "Boncuk o dantelleri yeni yıkadım, sakın pisleteyim deme!" nidalarının söylenmesine vesile oluyor. Bu durumda beni tuhaf biçimde mutlu ediyor. Sadece şu an bulunduğum an hoşuma gittiğinden bu paragrafı yazma gereksimi duydum.

7 Ağustos 2016 Pazar

Pazar 6'lısı: Film olmasını istediğim altı yapım.


Şahane pazarların, şahanesi, pazarların sultanı, pazar altılılarıyla merhaba millet!
(Bir an kendimi elinde mikrofon karşısında yarışma sunucusu gibi hissettim.
Her pazar geleneksel olarak yapılan bu etkinliğe blogunda yalnız bir kere yer edindirebilmiş, diğerlerine okuyucu kitlesi olarak katılmıştım. Doğrusu, benim için okuyucu kitlesi olarak katılıp diğer blogger arkadaşlarımın ne yazdıklarına bakmak dahi ayrı bir keyifti. Bu ay ki pazar altılılarının konusunu sevgili Şule hazırlamış. Kategorileri merak edenleri; şöyle buyur edip fazla çene çalmadan listeme döneyim. Çünkü en çok liste klavyemin seslerinin çınlayacağını düşünüyorum.

4 Ağustos 2016 Perşembe

Notlar dizisi VI. / Ehliyet telaşı.


Ağustos aynın başı, zaman bilinmezlik.
Nedense öğle ve akşam arasındaki saatler beni ikilem de bırakıyor. Bir yanım adı dahi konulmamış bu anları Araf'ın uç kısımlarını kainata taşıyıp zamanı sanki yok ettiğinden severken, diğer yanım adı sanı bilinmeyen zamana karşı huzursuz. Sanki dışarısıyla olan iletişimimi engelleyip, güneşin, uzaklardan puslu görünümlü ay ile çakışıp semâda alacalı renklerle kuşandığı bir vakite hapsolup, kendim harici çevremdeki herkesin vitrin mankeni gibi donuk, pürsukut olduğu paralel evrenlerden birine kapanmış gibiyim. Doğrusu içten, içe bu anları sevsem de, dediğim gibi nedense bazen sebepsiz yere bir huzursuzluk elinde süpürge varmışçasına kovalıyor sükunetimi. Şu an nasıl mıyım? Açıkçası mutlu. Yanlışlıkken yarım saat evvel çizgi romancı yerine bir kafeyi arayıpi telefonda istediğim çizgi romanları getirip getirmeyeceklerini sorarken, adamın içecek bir şey sanması üzerine yaklaşık beş dakikadır anlamsız muhabbetin ardından, nihayetinde 'istediğiniz siparişi tekrar eder misiniz, nasıl bir şeydi' demesi üzerine ayrı olan kutuplarımız farklılığını varmamızla ufak diyaloğumuz sona ermesi ve, sıcaklardan, son üç gündür evde mahsur kalmış olmama rağmen, mutlu!

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Anime: Monster & 91 Days.


Vay, canına. Kesinlikle vay canına. Bu blogu açalı bir yıl olmuş ve bunun yazını ne yazık ki anca yazabiliyorum. Bunun için biraz hüzünlüyüm ama diğer yandan da mutluyum; fakat bundan evvel, anime hakkında ki gevezeliğimi buyur etmek isteyeni hemen aşağıya giflerin başlangıcına buyur edeyim, çünkü burayı biraz zapt edeceğim.  

Hüzünlü olmama gelirsek; her seferinde özveri ve düşünceyle yorum yazan arkadaşlara geç yanıt veriyor olmam. Çoğu blogger'lar bilir, yazdığınız bir yoruma direk yanıt geldiğinde insan mutlu olur, bu sadece blogger için değil, herhangi bir sosyal ağ üzerinde ki mesajlaşma türevleri içinde, bu sebeple geç yanıt verdiğimden tarif edilemez bir huzursuzluk boy gösterdi. Diğer bir yandan ise yine de burayı açtığıma mutluyum, çünkü hakikatten harika insanlarla tanıştım; son zamanlar fazlaca takip edemesem bile aktif olduğum süre boyunca takip ettiğim bloglarda, yeri geldi arkadaşın yazısını okurken fikrine katıldım, bazen üzüldüm, bazen de yaptığı paylaşımlara güldüm. Ama hepsinde keyif alacağım bir zaman dilimi yaşadım. Tıpkı; şu saçma yazıyı yazdığım an ki gibi. 

6 Haziran 2016 Pazartesi

Manga: Servamp & Handa-kun

Sıkı bir manga okuyucusu değilimdir, en azından "aa yeni seri" diyerek Geranomi nidalarıyla seri, seri koşturmam, normalde sevdiğim sayılı Mangaka'nın yapımı hariç, animesini beğendiğim yapımlarınkileri okurum.  Fakat bu yıl hiç olmadığım kadar kendimi mangalara kaptırdım. Geçenlerde iki günde Berserk'e başlayıp, günceli yakalamam şöyle bir yana dursun (şaka gibi geliyor hâlâ iki günde Berserk'in günceline gelmem. Yalnız seriyi Claymore gibi sona sakladığıma da sevindim. Zira bayağı bir hoşuma gitti, elbet bunun hakkında daha sonra çene çalmayı hedefliyorum.) ilk defa sevdiğim bir Mangaka yahut "bu anime nasıl bitecek" düşüncesi mangalarla harici haşir neşir oluyorum. Buralarda olamadığım zamanlar kurs ve dersler harici bolcana kitap ve mangalarla haşir neşir olmuştum. Gelelim Servamp'a.

Servamp:
Mangaka: Strike Tanaka


1 Haziran 2016 Çarşamba

Kayıp Günler...



"Nihayet yeterince zaman var."
Gerçekten güzel bir söz öyle değil mi? 
Şu an ki sevincimi galiba pek kelimelerle ifade edemeyeceğim, ama uzun zamandır yapmak isteyip bir türlü yapamadıklarımı nihayetinde ufaktan da olsa başladığım için mutluyum. Dahası koca bir ayın sonunda tekrar buraya gelip bu kez; "beş dakika bakıp hemen çıkayım" havasında bir çift lafız kondurmadan kaçmak yerine "acaba ne yazsam, nasıl başlasam" diyerek uzun uzunduya düşünmenin vermiş olduğu hazzı sanırım mutluyum demek yerine anlatamayacağım. 

Uzun bir zamanın ardından merhaba. 
Um; evet. Bence zamandan sonraki en sıcak kelimelerden birisi de merhaba olmalı... Tabii bu konumun dışında. Sahi; bir konumun olup olmadığına dair en ufak bir fikriyatımın olduğunu söyleyemeyeceğim keza bu sayfayı buraya konduramadığım kayıp günlerle doldurmak istiyorum. Geçtiğim koca ayın benim için hem üzücü hem de sevindirici yanları oldu. Kısaca her tonuyla dopdolu geçti diyebilirim Mayıs ayı. Bunlardan birisi tıpkı küçüklüğümde yaptığımız gibi kardeşimle beraber doğum günlerimizi aynı gün kutlamamız olmuştu. Ufakken gelen hediyelerden mütevellit ufak bir kıskançlığımız olduğundan, doğum günlerimiz birkaç hafta ara ile olsa da, bir kutlar, gelen kişiler her ikimizin doğum gününde de ikimize de hediye alırdı. Bu bana açıkçası o zamanlar Alice'in Harikalar Diyarında ki "Doğmama Günlerini" anımsatırdı. Sevdiğim bir çizgifilm ve çocukken keyif alarak okuduğum bir kitapta olduğundan doğum günüm olmayan günlerde pastada ki mumları üfleyip, hediye almak hoşuma giderdi. Elbette bu sefer çocukluk mızmızlığından kutlamadık, aksine gelecek doğum günümün Ramazan ayına denk gelmesinden ve normalde tüm gün içerisinde gurme misali gelen pastaları tadamayacağımdan oldu. Ve açıkçası çokta eğlendim. 

Bir diğeri ise pek bahsetmek istemediğim bir hadiseydi ki; bu konuyu şu an bile es geçmek istiyorum. Zira, bazen hislerimi tam manasıyla yazıya dökmekte zorlanıyorum. Bu yönden zaman benim için gerçek anlamda donmuş gibi hissediyorum. Um; şey bu arada bir aksilik çıkmazsa eğer ki; bu yıl içerisinde ehliyet serüvenime atılacağım. Üçüncü defa olacağından bu yönden hem kendimi ehliyet almak isteyip, bir türlü alamayan Sponge Bob misali hissettiğimi diyebilirim. Umarım sizin günleriniz çok daha keyifli ve tebessümlü geçmiştir şu vakte dek. 

 Vaktin olması cidden güzel bir şey.


13 Nisan 2016 Çarşamba

Bir kutu mutluluk - Teşekkürler Şule.


Başlıkta ki klişe yazıyı es geçelim millet, şu an delicesine mutlu olduğumdan aklıma klişelerden öte başka bir şey gelmiyor. Uzun zaman sonra.... *böyle de başlayınca sanki bir an şu evvel zaman içinde tınısı olan öykülerden birini kaleme alıyormuş gibi hissettim.* Merhabalar herkese! Bugün üzerimde ayrı bir mutluluk var, aslına bakarsanız sabahtan beri böyle zira Şule'nin paketi sabah ders kitaplarıma eşlik eden yeşil çayımı yudumlarken elime ulaştı ki; sevinçten kargo görevlisiyle acayip bir diyaloğa bile girip milyoner yarışmasını  adamın kapının önünden tipi tip bakışlarla ayrılmasına bir an vesile olmuş olabilirim. Olsun! Her şeye değer. Ha? Haberiniz yok mu? Nereden mi çıktı? Iıh, aslında demekte haklısınız (tabii diyen var ise) Şule blogunda her ay bir takipçisine çekiliş ile hediyeler yolluyor ve geçtiğimiz günlerde ilk dağınığın havadisi ile çekilişi kazandığımı öğrenip ardından Şule'nin bloguna koşuşturup adımı görünce hayli bir şaşırmış, hatta doğru olup olmadığını teyit ettirmek için odada yanımdaki arkadaşa dahi ekrandaki ismi okutturmuştum. (tamam efenim, saçma davranışlarımı şöyle bir kenara koyuyorum. çünkü bu konuda daha fazla laflamak istemiyorum. ama gerçekten o an çok sevinmiştim, şu an da aynı mutluluk üzerimden gitmiş değil gerçi

12 Mart 2016 Cumartesi

Photoshop: Gifli (header / görsel) hazırlanımı.


Temmuz 31; 2014
Kelebeğin öyküsünü bilir misiniz? Kimileri sadece bir gün yaşayabildiğini kimileri ise bunun sadece masal olduğunu söyler, şayet bana sorarsanız hiçbiridir zira kelebek kendisine bahşedilen ömrün her saniyesinde içinden geldiği gibi açıp kaptırır kendisini uçsuz vadilerin getireceği meçhul geleceğe. Ömrünün her saniyesini son zamanı gibi yaşar, çünkü biliyordur ki kelebek, geleceğin getireceği koca bir hiçlikten ibarettir.
-River.


6 Mart 2016 Pazar

Kırık Notalar & Mim: Blog yazarları ne düşünüyor?


Fındık faresinin ne söylediğini hatırla:
Kafanı besle. Kafanı besle. Kafanı besle.
- Jefferson Airplane


Külden hayallerle sarmalı benliğim,
Küçük bir kozaya tıkılmışçasına 
Bakıyorum uzaklara, 
Seraptan diyarlara
Kapatıyorum gözlerimi bir anlığına
Kayboluyor sanki zaman sanrılara
Uzak beldelerden gülümsüyor yarınlar
Kristal berraklığıyla bir kadeh yalan içinde
Bir düş kafesi gibi, çekiyor içine,
Kayboluyorum hiçbir şey içinde
Hiçbir şeyde.

27 Şubat 2016 Cumartesi

Notlar dizisi V. & Çekiliş: Siyah Kuğu ve O bir Anne.



'Zaman bir ok gibi uçup gider.' 
Samurai Champloo.

Ne kadar da seri tükendi zaman. Tıpkı masallarda ki gibi; bir vardı, bir yoktu diye düşündü River.
Daktilolara ilgi duyduğu için her seferinde tuşları ses çıkartan eski klavyelerden alıp, şimdilerde bilgilsayarının köşesinde ki saate gözlerini dikmiş Riv'den merhaba millet! Şubat birazcık hızlı mı geçti yoksa, yalnız bana mı öyle geliyor? Umarım son Mohikan rolünü üstlenmişçesine, Şubat'ın seri geçtiğini düşünen tek ben yokumdur. Şu sıralar hayatta çok şey kaçırıyormuş gibi hissediyorum, sanki uzun vakittir durmuş bir saatin içindeki ana, çekilen bir fotoğraf karesine hapsolmuş da, saatin yeniden çalışıp günümüz anına kurulmasıyla, o andan çekip seneler sonrasında gözlerini aralamış hissiyatı omuzlarıma çökmüş vaziyetteyken, onlarca düşünce gelip geçiyor aklımdan. Bunlardan biri yarınki gittiğim çizim kursunun sergisini oluştururken, kimisi blogger etkinliğinde Dream'in başlattığı yirmi iki blogger (ki onun da on altıya düştüğünü fark etmem üzerine, bir an kendimi Agatha Christie kitabında ki on küçük zenci öyküsünü  aklıma gelip, "demek ki, bir romanın içinde yaşamak bu olsa gerek" dedirtti.) ile wattpad üzerinde takip ettiğim iki hikâye oluşturur oldu. Kim bilir ne heyecanlı bölümler birikir olmuştur. (bunu demem her ikisi içinde geçerli) Her neyse; laf ü güzafı şöyle bir kenara buyur edersem; asıl konuma gelebilirim. 

Buraya henüz yeni fark ettiğim ve çok hoşuma giden bir etkinliğin haberini vermek için geldim. Aslında etkinlik demek yanlış olur, zira bir çekiliş velâkin ben etkinlik gözüyle bakmak istiyorum, ne kadar çok arkadaşa ulaşırsa o kadar iyi. ^^ 
Sevgili Kuğu çok ince bir çekiliş düzenliyor.  Katılmak için, kapımızın sokaktaki ufak dostlarımız için bir tas yemek yada penceremizin kenarına yem bırakmak yeterli. Ayrıntılı bilgi için Kuğu'nun bloguna göz atabilirsiniz. Uzun zaman önce bu tarz bir etkinliği Vişneli Kiraz düzenlemişti. Etkinliğe katılamamıştım o vakitler, ama kendimce devam ettirmiştim. Maksat küçük dostlarımızı unutmamak, bu sebeple herkesin katılmasını gönülden isterim. :) 


Bir diğer çekilişi ise; o bir anne blogunun sahibi Müge düzenlemekte. Açıkçası bu kendisinin uzun süredir devam ettirdiği bir çekiliş ve şu an yirmincisini yürütmekte. Müge, her ay bir arkadaşımıza bir kitap göndermekte. Katılım şartları ve ayrıntılı bilgi için blogunua bakmanızda fayda var. 

Yarınki sergi için zihni düşüncelerle dolu Riv'den havadisleri de; laf ü güzafın bulunduğu köşeye buyur ettik mi? Evet. O hâlde, zamanınız bol neşeli geçmesi dileğiyle, herkese iyi akşamlar. ^^

20 Şubat 2016 Cumartesi

Kitap Çekilişi Sonucu


Uzun bir zamandan sonra merhabalar millet! ^^
Nasılsınız? Umarım keyfiniz yerindedir, şahsen şu son zamanlarda burayı, doktor koşuşturması ve biraz da internetsizlikten ötürü epey boşlamış olsam da, bundan şikayetçi değilim. Zira bir vakitler bilgisayara indirip vakit bulamadığımdan izleyemediğim Monster, Hakkenden, Claymore gibi birkaç yapımı sonunda seyredip, vaktimin çoğunu bolcana kütüphanemde ki bekleyen kitapları bitirmekle harcadım. Bu sebeple aklım kitap alışverişinden başka bir şey düşünmez oldu. Her neyse, biz gereksiz ayrıntıları bir kenara koyup asıl konumuza dönelim. 

Ek haklarla birlikte 251 katılım olan çekilişin kazanı; dAğInIk AnNe ile esra oldu. Benim için hayli keyifli bir çekiliş oldu açıkçası. İlk defa bu tarz bir etkinlik düzenlediğim içinde mutluyum, umarım ileride tekrar düzenleyebilirim. Katılan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Ayrıca her iki arkadaşımın kendilerini tebrik edip yakın bir vakitte iletişim bilgilerini bana Hangout'tan yollamalarını rica ediyorum. 





30 Ocak 2016 Cumartesi

Mim: Gitmek istediğiniz hayali dünya?


Kocaman, kocaman merhabalar, evet bu aralar mimlerden gidiyorum fakat birisi beni mimlediğinde ve hoşuma giden bir mimse bekletmeyi hiç sevmiyorum. Gerçi yapacağım bir yığın mim duruyor, hepsi aklımda ama bendeniz kaplumbağa hızlı ninja bunu nasıl başarabileceğimi hiç bilmiyorum. Olsun, yıkılmadık, ayaktayız! Dahası kocaman yarınlarımız var. -pekâlâ dramatize etmeye gerek yok. abarttım kabul.- Bonghwang beni çok tatlı bir mime mimlemiş! Görünce pek sevindim. Açıkçası baştan diyeyim. Bu defa mimlediklerimi evvelden haberdar ediyorum, yazının sonunda değil. Şu yazımı okuyan tüm arkadaşlarımı mimledim! Zira herkesin bahsetmek istediği kocaman hayal dünyaları olduğuna eminim. 

28 Ocak 2016 Perşembe

Mim: Yayınevleri


Selamlar herkese. ^^ Sevgili İrem beni çok güzel bir mime mimlemiş! Bir kitap sever olarak görünce çok sevindim şahsen,  aslında dün gece yapmaya başlamıştım lâkin günüm epey maratonlu geçtiğinden yayınlamak için fırsat bulamamıştım. Şu an da birkaç yazı üzerinde birkaç düzenleme yaparak ancak fırsat buldum. Öncelikle İrem'e çok teşekkür ederim, yazarken eğlendim, hem kütüphanemde ki kitaplarımla da ilgilenmiş oldum.

25 Ocak 2016 Pazartesi

Manga: Vanitas no Carte




Birkaç ay evvel belki Pandora Hearts Mangakası Jun Mochizuki'nin yeni serisi Vanitas no Carte hakkında ki mini duyurumu hatırlayananız belki çıkar. Çıkmazsa da problem değil çünkü burada hakkında bolca gevezelik yapacağım bu serinin. Seksen dört sayfalık koskoca ilk sayısı ile beni delicesine mutluluğa sürükleyip bir anda bitmiş, bugünde taze, taze bölümünü okuyup bitirmişken buraya çene çalmadan duramadım. Bu arada diyeyim, karakter tanıtımları kısmında bol, bol spoiler verebilirim, sonradan Riv koca 130 küsür sayfayı yazmışsın bize ne kaldı okuyacak diye yakınmayın. 
Adam: iyi dinle, mon chaton.* (kedicik) -gerçi pek emin değilim bunda kimi yerlerde 'kitten' kullanılırken kimi yerlerde 'my cute kitten' terimi geçmekte. Fakat ben kedicik olarak kullanmayı uygun buldum.-

'Gerçek adının' birisi tarafından çalınmasına izin vermemelisin. Gerçek adın senin 'varlığın'. Adın senin... hayatın.  

(Birinci bölüm, sayfa:1)

24 Ocak 2016 Pazar

Kitap çekilişi; (Sebo'nun Günlüğü) & birkaç şey;


Hayatımda attığım en uzun başlık olsa gerek, aslına bakılırsa karmakarışık diye kısadan hisse bir başlık atmak vardı içimde, çünkü bu konun hayli karışık bir hâl alacağına rağmen tükenmeyen iç sesimin fısıltıları eşliğinde şu yazımı yazarken diğer bir yandan kafamın içinde sürü haline gelmiş sesleri susturmayı çalışıyorum. Birkaç şey demiştim; ama önden evvel ilk güzel haberden başlamak istiyorum. (Jedi'ler aşkına! Hep böyle birkaç havadisi peş peşe sıralayıp iyi mi, kötü mü demek istemişimdir, tabii şu an konumda kötü havadislerin vızıltılarına ilişkin bir şey yok ki; bence bu iyi.


İyi haber mi, iyi haber mi? 


Daha fazla saçmalayıp konuyu uzatmadan ilk Sebo'nun Günlüğü Blogunda Sebra'nın çekilişini haber vermek isterim. Bol sürprizli ve bir o kadar da güzel bir çekiliş düzenlemiş sevgili Sebra, şahsen şu yazıyı okuyan her arkadaşın Sebra'nın çekilişine katılmasını daha doğrusu bloguna uğramasını tavsiye ederim. Zira hakikatten çok samimi bir blogu var Sebra'nın. Bu arada çekilişin resmini de bir fikir almanız içinde buraya koyuyorum. Dileyen olursa Sebra'nın blogunu üstte verdiğim linkten ziyaret edip daha da ayrıntılı öğrenebilir. 

Son Katılım: 13 Şubat.

Bir diğer konu ise buraya yazmamıştım, yazma gereği duymamıştım fakat iki buçuk ay öncesi başladığım çizim kurusuna ara vermek, rahatsızlığım ve derslerim açısından bırakmak zorunda kalmıştım. Bu durum beni hayli bir üzmüştü, çünkü Mart ayında açılacak sergiye bir tanede olsa kendi çizimlerinden katmak hedeflerim arasındaydı. Tam üç hafta evvel tekrar kursa dönüş yaptım, zaten hoca da kursa kaydımı aldırmadığımdan, yalnız ara verdiğimden devam edebileceğimi söyledi. Umarım da yeniden bırakmak zorunda kalmam. Bu da kendime adanmış iyi haberim olarak şu satırlarda zaman içerisinde maziyle eskiyip kalsın. Bunun haricinde hayat güzel, daha ne olsun? ^^






22 Ocak 2016 Cuma

Notlar dizisi, vol IV.


...derdini denize at, bırak kayalıklara salsın. Çünkü deniz derdini kayalıklara anlatır. Bu nedenle soğuk ve serttirler; kendilerine anlatılan dertlere katlanabilmek için.
-River 

İşin aslı Kore, Merve ve Esra & Beyza'nın mimi yapmak için sayfayı açmıştım, ama bugün üzerimde dolanan görünmez bulutlardan bu denli samimi bir mimi katletmek istemediğimden bir süre daha ertelemek zorunda kalacağım. Kusura bakmayın kızlar. 

Uzun zaman evvel buraya bir ara yazdığım oluşturduğum rpg karakterlerinin kurgularını paylaşıyordum. Onlardan biriside tam üç buçuk senedir hikâyesini yazdığım Harley. Açıkçası Harley şu vakte kadar benim hem sahip olmak istediklerim, hem de olduklarımı aşıladığım yegâne karakterlerden biri. İlk defa oluşturduğum bir hayali karakterlerin zevklerin, kendikimle örtüştürdüğümü bilirim. Aslında Harley hakkında söyleyebileceğim epey fazla söz var, ama kısaca bu hanım kızımızı sevdiğimi bilin. Uyuşuk, üşengeç hatta işlettiği barda işe aldığı eleman üst katta uyukladığı vakitler çalışanlarının birisinin gelip, "son işe aldığın eleman üst katta şekerleme yapıyor" diye atarlandığı vakit "bırak yapsın çocuk, ağzımız tatlanır" diye vurdumduymaz bir hal alan bir karakter. Eh, bu iyi mi kötü mü açıkçası bilemeyeceğim, sanırım kimi anlar yazı ile tura arasında gidip gelerek, vukufun enginliğinin seslendirdiği nidaları, bir hiçlik ile takas etmek o kadar da kötü olmasa gerek? Ama bazen Harley’nin hikâyesini kaleme alırken vurdumduymaz tarafının bende olmasını arzulamıyor değilim. Belki birazcık bencillik gibi gelebilir, lâkin ufacık bir parçası ben de olsa belki de şu an nedenini dahi bilmediğim görünmez kara bulutlarla çevrelenmezdi etrafım. Neredeyse bir buçuk sene evvel Harley'nin geçmişinden bir kareyi kaleme alırken büyük annesi üstte yazdığım nasihati vermişti hanım kızımıza, o an deniz kadar derin olmalı insan diye düşünüyordum. Belki deniz kadar derin olsa o koca deryası arasında kaybederdi ruhuna sinen fırtının izlerini, savururdu dalgalarıyla kayalıklara. Tabii tüm bunlar o zamana ait düşüncelerimdi. 

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ufak bir çekiliş. (Sona Erdi)

Merhabalar herkese! ^^ 
Evet, ilk defa çekiliş faslına atılmış bulunuyorum, aslında bu tarz bir olayı yılbaşında yapacaktım lâkin çekiliş için kullanılan random bilmem ne faslını *hatırlayamadı* bir türlü çözemediğimden o vakitler havada kalmıştı. Ben de geçenlerde hikâye etkinliği sonucu olayı çözünce, 'tamam Riv, bu işi kıvırdın' sevinciyle aklımdakini hayata geçireyim dedim. Tamam, tamam pek düşlediğim gibi olamadı, keza yeni yılda daha farklı bir şey düşlemiştim, ama o bana kalsın. Belki seneye buralarda olur da çene çalmaya devam edersem o vakit görürsünüz. 
Söyledim mi bilmem demeyeceğim, demediğimi adım gibi farkındayım. Geçen hafta kitaplarımı dağıtmaya başladım. Doğru duydunuz. Okumadığım, kütüphanemde biblo gibi duran kitaplarımdan bir kısmını çevremde ki arkadaşlarıma verirken, diğer bir kısmını ise sahaflara götürmüştüm. Zira kitabın anlamı benim için bir biblo değildir, ara sıra açıp tekrar o satırları yeniden göz atıp, vaktimi aynı keyifle geçirebileceğim bir hadisedir. Ee haliylen kimi kitaplarda düşlediğim gibi olmayınca, bir kere okumamın ardından seneler boyu rafları boş boş süslediğini fark ettim. Lâkin ne yazık ki bu çekiliş işi eve gelince aklıma esti. Şu an keşke sahafların yolunu tutmasaydım diye içimden bir kez daha geçiriyorum da, benim iç sesimi kenara atalım. Nitekim lafı uzattıkça uzatıyorum. 

18 Ocak 2016 Pazartesi

22 Blogger 1 Hikâye / Bölüm 2: âlem-i eşbâh




Hazır mı? Bu nasıl bir sualdi böyle? Zihni küçük bir çocuğun oyun alanı gibi dağınıkken nasıl olurdu da kendisinden bir yanıt verilmesini umabilirdi. Geceyi çalan parlak parlament mavisi bakışlarını huzursuzca şoför koltuğuna oturmuş genç adama yönlendirdiğin de, aracın kısa süre içerisinde çoktan yola koyulduğunu fark etmişse de, kayıp yapboz parçalarını andıran zihnin labirentin de kaybolmuşken bir an zaman kavramının kendisinden alındığı hissi omuzlarına çökmüştü. Zira su damlası biçimli, derin mavi gözleri şoför koltuğunun yanındaki pencereye kaydığında görebildiği yalnız dipsiz bir karanlıktan ibaretti. Geceyi süsleyen ışıltılı kandiller varlıklarını gizlemiş, sanki okyanusa atılan küçük taşlar gibi dibi boylayarak gözden uzaklaşarak geriye, tekdüzede tonuyla sınırları ortadan kaldıran okyanusun koca hiçliğini sunmuşlardı. Elbet ortada ne okyanus vardı, nede dibinde ışıltılı yıldızlar. Sahip olduğu tek şey… Ah, kahretsin; daha kendi adını dahi hatırlamayıp neden sokağın ücra köşesinde uyandığını bilmezken sahip olduklarını nereden bilecekti? Araçtan yansıyan beyaz ışık huzmesi, geceyi silip süpürgen ateş küresiymişçesine Arnavut taşlı yolların sokaklarını mesken eden belli belirsiz suretlerini aşikâr etmişse de, bu suretler sönmek üzere olan cılız bir mumdan farksız, seraplığın beldesinin hayaletleri olup bir görünüp bir kayboluyordu. Kız aracın hızından mı yoksa gerçekten bir an yanlarından kendilerine yetişmeye çalışan canlı gölgeler mi olduğunu anlam veremeye çalışırken, çoktan unutmuştu genç adamın kendisine tesaülünü. Adamın dolgun yapılı dudaklarının arasındaki sigara kapalı olan aracın çevresini duman altında bıraktığından, etrafınızı sisin çöktüğünü hissettiriyordu. Belki de bu nedenle olamayan sanrılar görmeye başlamıştı gözleri. Huzursuzca ciğerlerine kirli havayı çekerken adam; gece kadar koyu, kuzguni saçlarının perçemleri altından çattığı kaşlarla ayna bakış atıp kızın kendisini görmesini umarak yeniledi sözcüklerini.

13 Ocak 2016 Çarşamba

Asya'nın Leydisine Teşekkürler


Sevinçler, sevinçler, sevinçler...
Etrafını bahar sarmalamışçasına ruhunda ki çiçeklerle doluşan Riv'den merhaba! 
Dün geceden beri yerimde Meksika fasülyesi yemiş eleman gibi zıplayıp duruyorum resmen. Ehem, evet şu an çok yersiz bir benzetme oldu kabul, hatta yazıya daha başlamadan ufaktan saçmalamışta olabilirim, lakin mutlu olduğumda kelimeler benden kaçıyor, dahası sevincimi ifade edecek kelime bulamıyorum, hepsi yetersiz geliyor. Hoş bir şey mutlu olmak, ve dahası çevrenizde sizi mutlu edecek kişiler, hadiseler varsa. Bloguma uğrayıp şöyle bir bakıp kaçanlar, yada ne yazmış bu kız diye uğrak edenler az çok evvelki temamı hatırlarlar. Hah, hatırladınız mı? İşte şimdi lütfen onu unutun. Çünkü daima bu sayfanın yaz sıcaklığında, rengarenk hatırlanmasını isterim. Bunun için de Merve'nin benim değişimle Asya'nın Leydi'se çok teşekkür ederim. 

Merve bıkmadan tüm isteklerimi dinleyip, her biriyle o kadar uğraştı ki; şahsen kendisine nasıl teşekkür etsem pek emin değilim. -ve itiraf ediyorum Merve, dün sen şablon düzenlemesi yaparken sayfayı yenileyip yenileyip durdum. Aşama aşama izledim. Ve her bir yenilikte kendimi ne kadar güzel olmuş demekten alıkoyamadım-  Hani mutluluğu koli ile satamazsınız derler ya, Merve işte bunu hakikatten yapabiliyor ve onun gibi birisini tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum. ^^ 
İyi ki varsın Merve, dilerim çevrene dağıttığın koca koca mutluluklar gibi senin de yaşamında bahar hiç eksik olmaz. İşin aslı bu tarz yazılarda hiç iyi olmamışımdır, ondan şu an bile "ahaa Titanic'e döndürdün bir teşekkürü bile Riv." diyerek Titanic'in kaderini taşıyan satırlarımdan, herkesi filikalara davet edip sonlandırıyorum.



gif tumblrdan alıntıdır.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Anime: Kino No Tabi


Kino: Biri bana neden seyahat ettiğimi sorarsa gezgin olduğum için derim.
Hermes: Böyle yersiz bir cevap verdikten sonra yumruk yersen, kimseyi suçlayamazsın.
Kino: Sanırım öyle.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tasarım : Merve Canbaz